MATEMATİK VE MÜZİK İLİŞKİSİ
Matematik ve müzik ilişkisini incelemeye, doğal bir
giriş olması için, bu iki alanın bazı tanımlarıyla başlamak gerekirse,
matematik için genel anlamda “akıl yürütme yoluyla, soyut varlıkların (sayılar,
geometrik şekiller, fonksiyonlar, uzaylar vb) özelliklerini ve bunlar arasında
kurulan bağıntıları inceleyen bilim” diyebiliriz. Müzik için ise “insana,
sesler aracılığıyla kendini anlatma olanağı veren sanat ve bu sanatın ürünleri”
gibi genel bir tanım yapabiliriz.
Tarihsel olarak, ilk önce ritim, daha sonra müziğin
ikinci önemli unsuru olan ezgi keşfedilmiştir. Modern müziğin temelini
oluşturan armoni ise geçen bin yılın ikinci yarısında olgunlaşmıştır. Ne
ilginçtir, müziğin tarihsel gelişimiyle matematiğin tarihsel gelişimi
paralellik göstermektedir. Her ikisi de önce somut bir düşünceyle ortaya çıkmış
daha sonra soyut-somut arasında salınıp durmuştur. Örneğin matematik nesne,
saymayla başlamışken, müzik, ilkel toplumlarda dinsel ayinlerde çalınan ritim
olmuştur. İnsan, müziğin ham maddesi olan sesleri yüzyıllar içinde yoğurarak
günümüz tonal müziğini oluşturmuştur. Bu tarihsel gelişimde dönemin büyük
matematik dehalarına taş çıkaracak matematiksel zekâya sahip J.S. Bach ve W.A.
Mozart’ın payı büyük olmuştur. Özellikle Bach’ın en büyük hobisinin matematik
olması ilginç bir tespittir. Bach müzikte devrimsel nitelikli füg sanatını
geliştirirken matematiksel yaklaşımlardan destek almış ve müzikte yeni bir
çığır açmıştır. Öte yandan matematik tarihinde müzisyen matematikçilere de
rastlamak mümkündür. Örneğin; ünlü matematikçi olarak bilinen Pisagor aynı
zamanda iyi bir müzisyen olup, müzikte oktavı bulmuştur.
Aynı şekilde müzik bestecileri ile tanışma fırsatı
bulursanız eğer matematikçiler ile olan benzerlikleri hemen dikkatinizi
çekecektir. Besteciler, yakaladıkları ezgiyi düzenlerken sürekli sayarlar,
parmak hesabı yaparak sayılar mırıldanırlar. Gündelik hayatlarında da
matematikçiler ile benzeşen birçok nokta olmakla birlikte analiz yetenekleri
çok kuvvetlidir.
Modüler aritmetiğin güzel uygulamalarından olan müzik
dizileri toplumdan topluma değişiklik gösterir. Örneğin batıda tam ve yarım
seslerden oluşan majör ve minör diziler kullanılırken, doğuda komalı seslerden
de yararlanılarak oluşturulmuş makamlar kullanılır. Heyecan uyandıran bir diğer
önemli nokta LA notasıdır. Fiziksel olarak 440 khz frekanslı ses dalgası olarak
bilinen LA “doğanın sesi” olarak bilinir. Telefonu ilk açtığınızda kesiksiz
düüüt sesi ya da elektrik tellerindeki uğultu genellikle LA notasıdır. Bunun
içindir ki müzisyenler akortlarını bu değişmez referans sese göre yaparlar.
Rakamları bu kadar aşikâr kullanan tek sanat dalı olan
müziğin asıl ilgi çekici yönü, armoninin gelişmesiyle ortaya çıkmıştır. Farklı
seslerin aynı andaki birlikteliğinden doğan uyum anlamına gelen armoni, aslen
doğanın içinde hep vardır. İyi müzik kulağına sahip herhangi biri, doğanın
birçok seslenişinde, belki kuşların ötüşünde ya da elektrik tellerinin
uğuldamasında bu doğuşkan sesleri duyabilir. Örneğin tınılayan bir gitar telinin
ardına daha az şiddetteki armonik sesleri ( doğuşkanları ) iyi müzik kulağına
sahip herkes algılayabilir.
Müziksel
Sesin Başlıca Özellikleri
Girişteki tanımlarda, müziğin öncelikle ses içermesi
gerektiğine değinilmişti. Bu ses, genellikle müziksel bir ses olacaktır.
Müziksel sesleri gürültü seslerinden ayıran özellik, müziksel seslerin ayırt
edilebilir bir perde verebilme özelliğinin olmasıdır* . Bilindiği gibi perde,
sesin tizlik derecesine ilişkin bilgiyi taşıyan parametresidir. Yani sesin
temel frekansına bağlı bir tizlik derecesi (perde) algılanıyor. Bir sese
ilişkin bir perdenin algılanabilmesinin ölçütü ise, o sesin periyodik olma
derecesidir. Müziksel bir ses, zamana bağlı bir periyodik fonksiyon olarak
düşünülebilir:
Şekil 2’de T periyoduyla periyodik olan bir ses yer
alıyor, dikey eksen de şiddetini gösteriyor. Ancak doğal kaynaklı müziksel
seslerin sınırlı bir süresi vardır ve yarı periyodik özelliktedirler (Şekil 3).
Müziksel seslerin belirleyici özellikleri arasında “perde, şiddet ve süre”nin
yanı sıra bir de tını, yani örneğin keman, flüt ve piyano seslerini birbirinden
ayırmamızı sağlayan özellik bulunmaktadır. Tını, “sesin dokusu” olarak
adlandırılabilir. Doğal müziksel ses zarfı örneğini gösteren şekilde, sesin
şiddetindeki yükselme ve alçalmalar, nasıl söndüğü vb. gibi özellikler, o sese
ilişkin tınıyı belirleyen özellikler arasındadır. Daha kapsamlı bir inceleme
için ise harmoniklerine göz atmalıyız.
Gergin bir tel gibi titreşebilen yapılar, birden çok
sayıda frekansta titreşir. Titreşimde temel frekansın yanı sıra yer alan “temel
frekansın tamsayı katları”, harmonikler olarak adlandırılır (Şekil 4). Tını
farkını belirleyen de, titreşen sistemlerin boyut, biçim, malzeme bakımından
farkları nedeniyle gerek harmoniklerin, gerekse harmonik olmayan spektral
bileşenlerin zaman içinde izledikleri ayrı genlik değişimlerinin (nasıl bir
şiddet değeri konturu izleyip ne zaman söndüğü vb) farklı sistemler (titreşim
kaynakları) için farklı olmasıdır. Böylece, tını farklarını inceleyebilmek için
sesin frekans spektrumunun zaman içindeki değişiminin bilinmesi gerektiğinden,
zaman– frekans gösterimi elde edilmelidir.
Efsaneye göre, Pisagor ellerinde çekiçlerle çalışan bazı demircilere rastlar. Çekiçlerden çıkan sesler birbiriyle çok uyumlu tınlamaktadır. Pisagor çekiçleri tarttığında ağırlıklarının (12:9:8:6) oranında olduğunu farkeder. Çekiç ağırlıklarıyla seslerinin temel frekansları arasında matematiksel bir ilişki kurmak doğal olarak pek olası değil; ama gergin bir telin boyu ile sesinin temel frekansı arasında kesin bir ilişki bulunuyor. Pisagorcular (12:9:8:6) oranlarından türettikleri (2:1), (3:2), (4:3) ve (9:8) oranlarını müzikteki esas aralıklar olarak kabul ettiler. Bu oranlar, tamsayı katlardaki frekansların tek bir oktav (başlangıç frekansı ile onun iki katı olan frekans arasındaki oktav) içine aktarıldığında başlangıç frekansına oranlarını belirtiyor. Pisagorcular, telin boyunu değiştirmek yoluyla bu “bağıl frekansları” kolayca hesaplayabiliyorlardı. (Müziği “bağıl niceliklerin” hesabıyla uğraşan bir öğreti olarak tanımladıklarını burada anımsamak yerinde olur.)
Karşılaşılan Bazı Özel Matematiksel
Yapılar
Görsel
sanat dallarının yanısıra müzikte de sıkça anılan bir konu “Fibonacci dizisi”
ve “altın oran”dır. Fibonacci dizisi, ilk iki elemanı 1,sonraki her bir
elemanın değeri kendisinden önceki son iki elemanın değerlerinin toplamına eşit
olan dizidir.
biçiminde yazılabilir.
Bu denklemin pozitif kökü
Fibonacci dizisi =
{1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, ...}
Bir piyano klavyesinin bir oktavlık bölümüne bakıldığında, diyatonik ve kromatik dizilerin bağlandığı başlangıç perdesi ile birlikte düşünülerek, Fibonacci dizisinin ilk yedi elemanı görülebilir.
Piyano klavyesi ve Fibonacci dizisi
Fibonacci dizisi sonsuza giderken dizinin her bir elemanının bir sonraki elemanına oranının yakınsadığı değer olan altın oranın geometrik anlamı, bir doğru ya da dikdörtgen bu oranda bölündüğünde, büyük parçanın bütüne oranının küçük parçanın büyük parçaya oranına eşit olmasıdır(Altın oran = 1,618). Bestecilerin, yapıtlarında kimi zaman yapıtı oluşturan daha küçük bölümlerin sürelerini, kimi zaman da yapıtın doruk noktasının konumunu altın orana uygun olarak yerleştirdikleri bulunmuştur.
Müziksel ve Matematiksel Öğrenme
Arasındaki İlişki
Yapılan
birtakım araştırmaların sonuçları, matematik ve müzik alanları arasında bazı
ilişkiler olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bunlar genellikle matematikle ilgili
kavramların öğrenilmesi ve matematiksel düşünmenin, muhakemenin geliştirilmesi
üzerine müziğin etkisini konu almaktadır. Müzik, zeka ve öğrenme arasındaki
ilişkinin var olduğu konusunda bulgulara ulaşan araştırmalar giderek müziğin,
çocuğun beyin gelişimine olan olumlu katkıları olduğunu ortaya çıkarmaktadır.
Müziğin, özellikle matematiksel ve bazı soyut kavramları öğrenme üzerine olumlu
etkileri vardır. Mozart’ın bir piyano sonatını üniversite öğrencilerinden
oluşan bir gruba on dakika dinlettikten sonra uzaysal algılama test puanlarında
görülen artış, müzik eğitimi uygulanan 3-12 yaşları arasındaki çocukları
kapsayan çalışmaların analizlerinde de görülmüştür. Uzaysal muhakeme, pek çok
alan ve oran, yüzde gibi matematikteki temel kavramlar için önemlidir.
Müzik
eğitiminin matematiksel yetenekleri etkilediğini gösteren başka bir araştırmada,
ilköğretim okulu ikinci sınıf öğrencilerine dört aylık bir piyano eğitimi
verildiği zaman (deneklere uygulanan matematik öğretimi içinde) özellikle oran
ve kesirlerle ilgili öğrenme başarısında gelişme görülmüştür. İki yıl bireysel
olarak keyboard öğretilen çocukların standartlaştırılmış bir aritmetik
testinden, bilgisayar destekli öğretim uygulanan kontrol grubuna göre daha
yüksek puan aldıklarını ortaya konulmuştur. Şarkı söyleme eğitimi uygulanan
çocuklar da kontrol grubundakilere göre daha yüksek puan alırlarken ritim
enstrümanları eğitimi alan çocuklar matematiksel muhakemede en iyi performansı
göstermişlerdir.
Sonuç
olarak yukarıda yer alan örneklerin tümü, matematik ve müziğin ilişkisini örnek
alarak bilim ve sanatın iç içeriğini vurguluyor. Burada özellikle klasik
dönemin büyük bestecilerinin, yukarıda değinilen ‘altın oran’ gibi matematiksel
ilişkileri bilerek ve kullanarak değil, sanatsal sezgilerine dayanarak
yarattıklarını, bu yapıtlardaki matematiksel özelliklerin, sonradan yapılan
incelemelerle kısmen saptandığını da belirtmek gerekir. Müziğin mantığa ve
hesaplamaya dayalı olan yapısı, bilim ve teknoloji ile birlikteliğini
kaçınılmaz kılarak günümüzde özellikle bilgisayar teknolojisinin müziğin
üretiminden analizine kadar çok çeşitli işlemlerinde kullanılabilmesini
sağlamaktadır.
Bu haftaki yazımızı sizlerle paylaştık. Keyifli okumalar dileriz.
Yazımız hakkında görüşlerinizi bildirmeyi unutmayın!
Blog Yazarı: Damla AYDIN
0 Yorumlar